Kategori Dışı

Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklarda (CYBH) Risk Yönetimi ve Profilaksi Üzerine

📌 RÖPORTAJ | Prof. Dr. Tümay İpekçi ile Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklarda (CYBH) Risk Yönetimi ve Profilaksi Üzerine Soru 1: Sayın Prof. Dr. İpekçi, cinsel yolla bulaşan hastalıklar günümüzde nasıl bir halk sağlığı sorunu teşkil ediyor? Prof. Dr. Tümay İpekçi:Cinsel yolla bulaşan hastalıklar (CYBH), hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ciddi bir halk sağlığı problemidir. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre yılda 1 milyardan fazla CYBH vakası bildiriliyor. Bu hastalıklar üreme sağlığı üzerinde doğrudan etkili olmakla kalmaz, aynı zamanda HIV, HPV gibi ajanlara bağlı kanserler gibi uzun dönemli komplikasyonlara da zemin hazırlar. Ne yazık ki, hastaların büyük kısmı asemptomatiktir ve bu durum erken tanı ve tedaviyi geciktirmektedir. ⸻ Soru 2: Risk faktörleri açısından hangi gruplar daha çok dikkat edilmesi gereken popülasyonları oluşturuyor? Prof. Dr. Tümay İpekçi:Risk gruplarını belirlerken davranışsal ve sosyodemografik faktörler dikkate alınmalı. Birden fazla cinsel partneri olanlar, prezervatif kullanmayanlar, erken yaşta cinsel ilişkiye başlayanlar, göçmenler, mülteciler, cezaevi popülasyonları ve MSM (erkeklerle seks yapan erkekler) grubundaki bireyler özel risk grubundadır. Bu popülasyonlara özel tarama ve danışmanlık stratejileri geliştirmek esastır. ⸻ Soru 3: Günümüzde tanı koyma süreçlerinde en çok hangi test yöntemleri kullanılmakta? Prof. Dr. Tümay İpekçi:Klinik şüpheyi takiben fizik muayene ve laboratuvar testleri devreye girer. En duyarlı tanı yöntemlerinden biri nükleik asit amplifikasyon testleridir (NAAT). Bu testler, özellikle Chlamydia ve Gonore tanısında altın standart haline gelmiştir. Tarama programları ise asemptomatik bireylerde erken tanı açısından büyük önem taşır. ⸻ Soru 4: CYBH yönetiminde riskin azaltılması adına ne gibi stratejiler öneriyorsunuz? Prof. Dr. Tümay İpekçi:Risk yönetimi multidisipliner bir yaklaşım gerektirir. Eğitim kampanyaları, kondom erişiminin kolaylaştırılması, okullarda cinsel eğitim programlarının yaygınlaştırılması, partner bildirim sistemlerinin aktif kullanımı gibi stratejiler çok önemli. Ayrıca, anonim tarama hizmetleri ve gönüllü danışmanlık sistemleri bu konuda oldukça etkili oluyor. ⸻ Soru 5: PrEP uygulamaları özellikle HIV’den korunmada öne çıkıyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Prof. Dr. Tümay İpekçi:Pre-eksposure profilaksi yani PrEP, HIV-negatif bireylerde antiretroviral ilaç kullanımıyla bulaş riskini azaltmayı hedefler. Truvada (tenofovir + emtrisitabin) içeren bu ilaç günde bir tablet olarak kullanılıyor. PrEP, yüksek riskli gruplarda %90’ın üzerinde koruyuculuk sağlar. Ancak hasta seçimi, düzenli takip ve böbrek fonksiyonlarının izlenmesi çok kritik. ⸻ Soru 6: HPV aşısı konusunda ürolojik açıdan ne tür gözlemleriniz var? Prof. Dr. Tümay İpekçi:HPV aşısı, sadece serviks kanseri açısından değil, erkeklerde görülen penis, anal ve orofaringeal kanserler açısından da koruyucudur. Ürolojik pratiğimizde genç erkek bireylerde de aşılama oranlarını artırmayı önemsiyoruz. HPV’ye bağlı siğiller ve lezyonların ciddi yaşam kalitesi etkileri olduğunu da göz ardı etmemek gerekir. ⸻ Soru 7: CYBH ile mücadelede multidisipliner yaklaşım neden önemli? Prof. Dr. Tümay İpekçi:Çünkü bu sadece enfeksiyon değil; aynı zamanda psikososyal, davranışsal ve toplumsal bir olgu. Enfeksiyon hastalıkları uzmanı, ürolog, psikiyatrist, hemşire, sosyal hizmet uzmanı hep birlikte çalışmalı. Danışmanlık hizmetleri ve psikososyal destek, davranış değişikliğini sürdürülebilir kılar. ⸻ Soru 8: Sizin pratiğinizde riskli bireylerle nasıl bir yol haritası izleniyor? Prof. Dr. Tümay İpekçi:Her şey doğru anamnezle başlıyor. Ardından, HIV ve CYBH testleri, gerekirse PrEP danışmanlığı, aşı takvimi ve partner bilgilendirmesi gibi adımlar geliyor. Ayrıca bireyin sosyal koşullarına uygun yönlendirme yapılmalı. Birçok hastaya ilk kez bu konularda konuşma fırsatı biz veriyoruz; o yüzden bilgilendirme ve empati çok önemli. ⸻ Soru 9: Son olarak, CYBH ile ilgili toplum bilincini artırmak için sizce en öncelikli adım nedir? Prof. Dr. Tümay İpekçi:Toplum temelli eğitim programları ve damgalamayı önleyici sosyal mesajlar… CYBH hâlâ bir tabu konusu. Bu damga ortadan kalkmadan, insanlar test yaptırmaktan, yardım istemekten çekinir. Sağlık politikalarının da bu yönde cesur ve kapsayıcı olması gerekir.  

Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklarda (CYBH) Risk Yönetimi ve Profilaksi Üzerine Read More »

Her 6 çiftten 1’i kısırlık problemi yaşıyor! Nedeni obezite ve sigara olabilir

Her 6 çiftten 1’i kısırlık problemi yaşıyor! Nedeni obezite ve sigara olabilir Her 6 çiftten 1’i düzenli ve korunmasız bir yıldan fazla cinsel ilişki yaşamasına rağmen bebek sahibi olamıyor. İnfertilite yani kısırlık sebebi her iki cinsiyette de eşit oranlarda görülüyor. Prof. Dr. Tümay İpekçi, erkeklerdeki kısırlığın nedenleri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Üreme, tüm canlılar için yaşamın temel yapı taşlarından biridir. Erkeklerde üreme yeteneğinin temelini oluşturan sperm üretimi ve olgunlaşması, oldukça hassas ve karmaşık fizyolojik süreçlerle gerçekleşir. Bu süreç; testislerde başlayarak hem lokal mekanizmaların hem de beyinle testisler arasında işleyen nöroendokrin sistemin kontrolü altında sürmektedir. Fertilite, bir çiftin doğal yollarla gebelik elde edebilme kapasitesini ifade etmektedir. Bu potansiyelin olumsuz etkilenmesine ise “infertilite” yani kısırlık denilmektedir. Dünya genelinde yaygın kabul gören tanıma göre, infertilite; bir çiftin düzenli ve korunmasız cinsel ilişkisine rağmen 12 ay veya daha uzun süre boyunca gebelik elde edememesi durumudur. Erkek kaynaklı infertilite, tüm infertilite vakalarının yarısını oluşturur. Obezite ve sigara kısırlık nedeni  Çocuk sahibi olma hayaliyle yola çıkan evli çiftlerin korunmasız ilişkilerine rağmen uzun süre çocuk sahibi olamaması çiftler üzerinde toplumsal baskılara neden olmaktadır. Yapılan araştırmalara göre infertilitenin sebebi bazen anne adayı bazen de baba adayı olmaktadır. Aşırı kilo, sigara-alkol, düzensiz beslenme, hareketsiz yaşam çevresel kimyasal ve fiziksel nedenler her iki cinsiyetin de ürümesindeki olumsuzlukta etkili olabilmektedir. Ancak erkeklerdeki diğer sağlık problemleri de infertilite riskini önemli ölçüde artırmaktadır. Erkeklerdeki infertilite riskini artıran sebeplerin başında şunlar gelir: 1- Testis dışı hormonal veya sistemik problemler (pre-testiküler nedenler) 2- Testislerin kendisinden kaynaklanan hastalıklar (primer testiküler bozukluklar 3- Spermin taşınmasında meydana gelen sorunlar (post-testiküler bozukluklar) 4- Nedeni henüz belirlenememiş olgular (açıklanamayan infertilite) İnfertilite sebepleri kolayca belirlenebiliyor İnfertilite şüphesi olan erkeklerde tanıya ulaşmak için öncelikle üreme öyküsü alınmalı ve semen analizi yapılmalıdır. Bununla birlikte testis boyutları ve kıvamı gibi fiziksel bulguların değerlendirilmesi, tanı açısından kritik öneme sahiptir. Gerektiğinde daha ileri tetkiklere başvurulabilir. Sperm DNA hasarı analizi, genetik testler, antisperm antikor tayini, hormonal profiller, radyolojik görüntülemeler ve sperm fonksiyon testleri bu kapsamda değerlendirilebilir. Hormonal bozukluklar da erkek infertilitesinin önemli nedenleri arasında yer alır. Hipofiz bezi hastalıkları, tiroid fonksiyon bozuklukları, prolaktin yüksekliği, testosteron eksikliği gibi birçok endokrin problem doğurganlığı olumsuz etkileyebilir. Hipogonadizm (testosteron eksikliği) , hem biyokimyasal hem de klinik belirtilerle seyreden bir diğer önemli durumdur. Bu hastalarda testosteron replasman tedavisi (TRT), hormon seviyelerini normal sınırlara çekmeyi ve semptomları hafifletmeyi hedefler. Ayrıca erkek genital sisteminde enfeksiyon varlığı kesin bir şekilde doğal yolla gebeliği engelliyor olmasa da, semptom veren enfeksiyonların tedavisi önerilir. Yaşam değişiklikleri bebek sahibi olma şansını artırıyor Bazı mesleki faktörler ve çevresel toksinler de testis fonksiyonlarını olumsuz etkileyebilir. Diğer yandan, boşalma bozuklukları (örneğin anejakülasyon ya da retrograd ejakülasyon) da tedavi edilmesi gereken önemli durumlardır. Cerrahi tedavi gerektiren erkek infertilitesi vakaları da iki temel gruba ayrılır: 1- Altta yatan cerrahi sebebin tedavi edilebildiği patolojiler:Varikosel için subinguinal mikrocerrahi varikoselektomi, sperm kanal tıkanıklıkları için vazovazostomi, epididimovazostomi ya da ejakülatuvar kanal cerrahileri uygulanabilir. 2- Altta yatan sebebin cerrahisinin mümkün olmadığı durumlar:Özellikle non-obstrüktif azoospermi (menide hiç sperm bulunmaması) vakalarında mikro-TESE (mikrocerrahi testiküler sperm ekstraksiyonu) gibi ileri girişimler gerekebilir. Sperm elde etmek amacıyla uygulanan yöntemler arasında PESA, MESA, TESA, TESE ve mikro-TESE gibi teknikler, infertilite tedavisinde önemli yer tutar. Sonuç olarak, erkek infertilitesine neden olan çok sayıda faktör vardır ve tedavi şekli, sorunun kaynağına göre değişiklik gösterir. Ancak hangi tedavi yöntemi seçilirse seçilsin, yaşam tarzı değişiklikleri tedavi başarısını artırabilir. Dengeli beslenme, düzenli egzersiz, tütün ve alkol kullanımının bırakılması, stresin azaltılması gibi unsurlar doğurganlık üzerinde olumlu etkiler sağlar. Özellikle sigara kullanımı sperm kalitesini ciddi şekilde düşürürken, ideal kiloda kalmak ve aktif bir yaşam tarzı benimsemek hem fiziksel hem de ruhsal sağlığı destekler. Tedavi sürecine olumlu bir ruh haliyle yaklaşmak da başarı şansını artıran önemli faktörlerdendir.

Her 6 çiftten 1’i kısırlık problemi yaşıyor! Nedeni obezite ve sigara olabilir Read More »

Kanıta Dayalı Zeminde Popüler Erektil Disfonksiyon Tedavilerinin Değerlendirilmesi

Kanıta Dayalı Zeminde Popüler Erektil Disfonksiyon Tedavilerinin Değerlendirilmesi Prof. Dr. Tümay İpekçi ile Röportaj Soru 1: Sayın Prof. Dr. İpekçi, erektil disfonksiyon (ED) tedavisinde geleneksel ilaç dışı yöntemlerin yetersiz kaldığı olgularda yeni arayışlar öne çıkıyor. Bu bağlamda, rejeneratif tedaviler neden bu kadar ilgi çekiyor? Tümay İpekçi: Rejeneratif tedaviler, ED gibi kompleks patofizyolojik zeminli hastalıklarda yalnızca semptomları değil, altta yatan hasarı da onarma potansiyeline sahip. Bu tedaviler, vasküler, nörojenik ve hücresel düzeyde hasar gören yapıları hedef alarak, gerçek anlamda bir fonksiyonel iyileşme sağlamayı amaçlar. Özellikle PDE5 inhibitörlerine yanıt vermeyen hastalarda kök hücre, PRP ve eksozom tedavileri bu nedenle öne çıkmaktadır. Soru 2: Kök hücre tedavisini ED özelinde biraz daha açar mısınız? Hangi tip hücreler kullanılıyor ve mekanizma nasıl işliyor? Tümay İpekçi: Kök hücreler ED’de doğrudan değil, esas olarak parakrin etkiler yoluyla etki gösterir. En sık kullanılanlar arasında otolog ADSC’ler (yağ dokusu kökenli) ve BMSC’ler (kemik iliği kökenli) vardır. Bu hücreler, anjiyogenez, antifibrotik etki, nöroproteksiyon ve düz kas proliferasyonu sağlayacak sinyaller salgılar. Hayvan modellerinde bu mekanizmaların sonuçları histolojik ve fonksiyonel olarak gösterilmiştir. Soru 3: Bu tedavilerin klinik başarısı nedir? Gerçekten işe yarıyor mu? Tümay İpekçi: Klinik olarak, erken faz çalışmalarda IIEF skorlarında anlamlı iyileşme rapor edilmiştir. Ancak bunların çoğu küçük örneklemli, kontrollü olmayan veya kısa takip süreli çalışmalardır. Yani “etkilidir” demek için erken. Son yayınlanan sistematik derlemeler de bu tedavilerin güvenli olduğunu, ancak etkinlik konusunda henüz yeterli düzeyde kanıt olmadığını göstermektedir. Soru 4: PRP (Platelet Rich Plasma) tedavisi ED’de nasıl çalışıyor? Mekanizma nedir? Tümay İpekçi: PRP; PDGF, VEGF, TGF-β gibi büyüme faktörleri içerir. Bunlar sinir hasarını onarma, endotel iyileşmesi ve düz kas yapısını destekleme gibi etkiler sunar. Özellikle cavernous sinir zedelenmesi sonrası yapılan hayvan çalışmalarında, sinir rejenerasyonu ve nitrik oksit sentez yolunun aktive olduğu gösterilmiştir. Soru 5: PRP’nin klinik karşılığı nedir? Etkinliği kanıtlanmış mıdır? Tümay İpekçi: İnsan klinik çalışmaları umut verici olsa da metodolojik sınırlamalar mevcut. Örneğin birçok çalışma randomize değil ve plasebo kontrolü içermiyor. Ayrıca PRP’nin hazırlık ve uygulama protokolü standardize değil. Bu nedenle sonuçlar değişken ve genellenebilirliği zayıf. AUA 2023 veritabanında bildirilen bulgular da bunu destekliyor. Soru 6: Eksozomlar son yıllarda gündeme oturdu. ED’de nasıl bir rol oynayabilirler? Tümay İpekçi: Eksozomlar, kök hücrelerin etkilerini taşıyan küçük veziküller olarak düşünülebilir. Hücreden hücreye genetik materyal, protein ve sinyal molekülleri taşır. ED modellerinde endotel fonksiyonunun iyileştirilmesi, sinir koruma ve kavernozal doku bütünlüğünün korunması gibi etkiler gösterilmiştir. Kök hücre tedavisinin etkilerini daha güvenli ve kontrollü bir biçimde taşımaları teorik avantajlarıdır. Soru 7: Hayvan çalışmaları umut verici görünüyor, ama insanlar üzerinde elimizde veri var mı? Tümay İpekçi: Şu anda elimizdeki verilerin çoğu hayvan modellerinden elde edilen fizyolojik ve histolojik iyileşmelere dayanmaktadır. İnsanlarda yürütülen eksozom temelli çalışmalar henüz erken fazdadır ya da yayınlanmamıştır. Dolayısıyla insanlarda klinik kullanımı için daha uzun süreli, randomize, kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır. Soru 8: Tüm bu tedavilerde etik boyut nasıl değerlendirilmeli? Özellikle kök hücre ve eksozomlar açısından… Tümay İpekçi: Etik onay, bilgilendirilmiş onam, biyolojik materyal izlenebilirliği gibi kriterler son derece önemlidir. Kordon kanı, plasenta gibi kaynaklardan alınan materyallerin kullanımı sadece etik kurullar ve sertifikalı biyobankalar aracılığıyla olmalıdır. Eksozomlar teorik olarak daha az etik risk barındırsa da, laboratuvar saflaştırma ve üretim süreçlerinin karmaşıklığı güvenlik açıkları yaratabilir. Soru 9: Klinik pratiğe entegrasyon için hangi adımların atılması gerekiyor? Tümay İpekçi: FDA ve EMA gibi kurumların rehberlerine uygun olarak, bu tedavilerde faz III çalışmalara geçilmesi gerekiyor. Uygulama protokolleri, doz, aralık, uygulama yolu gibi parametrelerin standardizasyonu şart. Ayrıca klinisyenlerin bu alanda eğitim alması, hastaların doğru bilgilendirilmesi ve spekülatif ticari uygulamalardan kaçınılması gerekir. Soru 10: Son olarak, bu alanın geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Tümay İpekçi: Rejeneratif tıp, özellikle ED gibi multifaktöriyel hastalıklarda heyecan verici bir gelecek sunuyor. Ancak bu heyecan, bilimsel disiplinin önüne geçmemeli. Önümüzdeki 5–10 yıl içinde daha net veriler ve onay mekanizmaları ile bazı rejeneratif tedavilerin klinik rutine girmesini bekliyoruz. Ama şimdilik bu tedaviler, yalnızca araştırma protokolleri dâhilinde uygulanmalı.

Kanıta Dayalı Zeminde Popüler Erektil Disfonksiyon Tedavilerinin Değerlendirilmesi Read More »